Paylaşmak kolay!
Dertli Mezuniyet
Hasan Baltalar
28 Ocak 2020 Salı
2212 Görüntülenme
2 Yorum

Eylül 1985.

1985–1986 öğretim yılının başındayız. Artık üniversitenin son sınıfındayım ve son dersler yüklenilecek. Mecburi derslerden kaçış yok ama bir de seçmeli ders kontenjanı var. Onlar da birkaç seçenek halinde bize sunulmuş.

Son sınıfa gelinceye kadar çok ilgimi çeken ama bir türlü kendisine yaklaşamadığım bir konu var: “Bilgisayar”.

Bilgisayar Mühendisliği bölümünde okuyan arkadaşlarıma gıpta ile bakıyorum. Ne şanslılar be! Birkaç tuşa bastıklarında bir ekranda hoş şeyler oluyor. Bölümümü çok seviyorum ama o da çok kışkırtıyor beni.

Bölümlerine gidip sordum: “Bizim bölüme ders açabilir misiniz?

Bana “Bilgisayara Giriş” dersini açabileceklerini ama başka bölüme ders açabilmeleri için en az 10 öğrenci olması gerektiğini söylediler. “10 kişi ne ki? Islık çalsam 20 kişi gelir” dedim.

Yanılmışım. Geleceğin teknolojisine meraklı 10 kişi bulamadım sınıftan.

Geleceğin” dedim, çünkü o yıllarda üniversitedeki bilgisayarlar çok yeni ve gardırop büyüklüğünde. Disk, disket, flash bellek gibi şeyler yok. Üzerinde delikler bulunan kartlarla çalışıyorlar. Bir bilgisayar programını taşıyan gencin elinde iki ciltlik kitap gibi kart destesi var.

Geçmiş olsun!

Neyse, içimde ukde ile mezun oldum. Mesleğimizde ne metodolojiler öğrendik ama kalem kâğıtla zordu. O işlemler bilgisayarla ne kadar hızlı yapılabilirdi!

Hemen askerlik yapmak istedim. Hızla karar aldırdım ve aradaki süreyi geçici işlerde çalışarak geçirdim. Askerlik sonrası Denizli’deki bir fabrikada işe başladım. Mesleğimin bir kısmını kullanabilecektim ama aklım bilgisayardaydı.

Bilgisayarlı Günler

Daha yeniyim. Bir gün patrona “Bana bilgisayar alın!” dedim. Bana cevabını hiç unutmadım. Gözleri büyümüştü: “Sen ne istediğinin farkında mısın?

b190i001.jpgBekir Şasa
b190i001.jpgBekir Şasa

Bu arada ilk patronum Bekir Şasa’dır. Köklü bir ailedendir, yazar ve senarist “Ayşe Şasa” ile kardeştir. Patronluğuna hâlâ hayran olduğum, ciddi duruşlu bu adamı çok sevmiştim. Çünkü ‘bana güvendi’ ve istediğim bilgisayarı aldı.

Gelen bilgisayar bavul gibiydi. Kasası bildiğimiz ahşaptı. Diski yoktu. Önünde beş yirmi beş inçlik bir disket yuvası vardı. Üzerinde duran bir de siyah–yeşil renkli, göbekli bir ekran. O da büyüktü. Televizyon gibiydi. Bu kaba alet beni çok mutlu etmişti.

İçinde “GW–Basic” programlama dili kurulu olan bir disketle açılıyordu. Ekranda bir sürü yazı çıkıyordu ve klavyeden “CLS” yazıp Enter tuşuna basınca tüm yazılar kayboluyordu. ☺

Başladım programcılık öğrenmeye. Görevlerimi de aksatmamaya çalışıyordum. Onları yaparken zaman ayırıp programcılık öğrenmeme fırsat veren şefim, birkaç yıl önceki mezunlardan olan Mehmet Altun’u da anmadan geçemeyeceğim.

Mutlu Son

Birkaç ay sonra fabrikadan sevkıyatlar, bilgisayarla yapılmaya başladı. İrsaliyeler nokta vuruşlu ve çalışırken cız cız ses yapan yazıcıdan çıkıyordu.

ibmpcat.jpgResim: computer.com
ibmpcat.jpgResim: computer.com

Bekir Bey’in yüzündeki memnuniyeti gördüğüm zaman yaşadığım sevinci anlatamam.

Yeni Bir İş, Yeni Bir Bilgisayar!

Şefimin müdür olarak gittiği diğer bir fabrikaya, ben de şef olarak geçtim. Tahmin edeceğiniz gibi, oradaki ilk bilgisayarı da ben aldırdım. Elbette daha gelişmiş bir bilgisayardı. Öncelikli olarak muhasebenin işleri için kullanılıyordu. Bekâr olarak lojmanda kaldığımdan, gündüz muhasebenin kullandığı bilgisayara mesaiden sonra çöküyor ve gece yarılarına kadar programlama yapıyordum. Sabah erken, yine mesai tabi. Aylarca sürdü bu. Üretim planlama şefiydim ve kendi birimimin işlerini kolaylaştıracak kodlar yazıyordum.

Çökme İle Gelen Kariyer

Bir gün muhasebe çalışırken bir çökme yaşandı. COBOL ile üretilen program çalışmıyordu. Günlerdir girilen beş altı aya ait veriye ulaşılamıyordu. Muhasebe çalışanlarının morali berbat durumdaydı. Programı yazan ekip, bir şey yapamayacağını söylemiş. Nöbetleşe gelip 24 saat çalışarak, tüm evrakları yeniden girmeye karar verdiler.

Onlar gidince bilgisayarın başına geçtim. Çat pat COBOL öğrenmiştim. Deneme yanılma ile gece yarısına kadar uğraştım. Cesurdum çünkü kaybedeceğim bir şey yoktu. Verdiğim bir komut, bilgisayarı yoğun bir çalışmaya geçirmişti. Bu çalışma bir saat kesilmeyince yattım. Çünkü makine kilitlenmemişti. Disk çalışıyordu. Resetlemeye korktum.

Sabah bilgisayarın başına geçtiğimizde muhasebe programının çalıştığını gördük. Her şey geri gelmişti. (Bilenler için, COBOL’un indeks dosyaları çok narindir ve kolay bozulur. Benim yaptığım o indeksleri yenilemek olmuş. Veri dosyaları sağlam olduğundan, kaybımız olmamış.)

Bu olaydan sonra bilgi işlem şefliği kuruldu ve yöneticiliği bana verildi. Sonra iş genişledi. Bilgisayarlar arttı. Yazdığım programlar da tüm fabrikanın kullanımına açıldı.

Ya sonra?

Kariyerimin akışı gereği programcılık bitti. Çünkü benim profesyonel alanım bilgisayar programcılığı değildi. Artık mesleğimle ilgili yazılımları kullanma ve onlarla önemli işler yapma zamanı gelmişti.

O dönemden, başka yazılarımda bahsedeyim ama şimdi şu kadarıyla bitireyim: Bilgisayara ilgimle öğrendiklerim, temel yeteneklerim arasına yerleşti. Bu yazıyı okuduğunuz internet sitemin tamamı kendi elimden çıktı. Bu sayede PHP öğrendim. Şu anda bile yazabildiğim küçük makrolar, işlerimi hızlandırıyor.


Lütfen sitenin kullanım politikasına uyun ve kaynak göstermeksizin alıntı yapmayın.
 Paylaşmak kolay!
 

Yorumlar

Hasan Baltalar
Üye
Comment
Mehmet Bey’e
Yorum 2 (29 Ocak 2020 12:42)
Mesleğimizin hitap ettiği sektörün bize bakışı nedeniyle bunu zaman zaman ben de düşündüm. Ancak geldiğim noktada bir pişmanlığım yok. İşime yarayacak kadar programcılık bilmek bana daha mantıklı geliyor.

Yorum için teşekkürler ☺
Mehmet Altun
Konuk
Comment
Yanlış Meslek Seçimi
Yorum 1 (29 Ocak 2020 12:14)
Hasan Bey, OREM’deki bilgisayar sevgin çok büyüktü ve “Her tuşu başka dünya” derdin. “Keşke bilgisayar bölümü seçseydi” derdim. Yazık oldu.

Yorumunuzla katkıda bulunun

  • Bilgi girilmesi zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir.
  • E-Posta adresiniz yayınlanmayacak ve aramızda kalacaktır.
  • Yorumunuz içinde, lütfen bağlantı (link) kullanmayınız.